“Şehrin Kimliğidir Mutfağı” demiştik bir önceki yazıda… Gelenekleri yaşatmak, sahip çıkmak…
Ramazan ayının bambaşka bir hissiyatı var… Kalabalık sofralar, özenle hazırlanmış yemekler, iftar sonrası buluşmalar, sahura kadar süren sohbetler… Neşeyle, hoşgörüyle hayırlı Ramazanlar!
Saatler nasıl geçer diye düşünmeye fırsat bulamadan, ailecek yenilecek iftarın hazırlıklarına başlanır. Tadına bakmadan sofraya konulan o yemekler o kadar özeldir ki… Aslında kimin ne yemek yaptığı değil, kiminle yediğidir önemli olan.
Pide kuyruklarında beklemek bile bir başkadır; sıcacık, tam iftara layık…
Sokaklar deseniz, “Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan” ışıklarıyla aydınlatılmış; Ramazan panayırları, söyleşiler, gösteriler ile canlanmış durumda.
Bazı eski gelenekler var, zamana yenik düşmüş… Eski Ramazanlarda neler yapılırdı diye baktım. 19. yüzyılda yaygınlaşan semai kahvehaneleri varmış. Ramazan ayının ilk günü açılır, arife günü akşamı kapanırmış. İftar ve teravih namazı sonrasında toplumun her kesiminden insanı bir araya getiren bu müzikli kahvelerde âşıklar tarafından semailer okunur, mani atışmaları yapılır, çözülmesi istenen bilmeceler kahve duvarlarına asılırmış. Uzun yıllar boyunca Ramazan eğlenceleri geleneğinin önemli bir parçası olan semai kahvehaneleri, 1900’lü yılların ilk yarısında giderek azalmış ve sosyal hayattan silinmiş. Keşke bu gelenek yaşatılsa… Âşık atışmalarını izlesek, maniler dinlesek…
Yardımlaşmanın şekli de değişti tabii zamanla. Eskiden Sadaka Taşı varmış; ayni ve nakdi yardımlar, üzerindeki oyuğa bırakılır ve ihtiyaç sahipleri yalnızca ihtiyaçları kadarını alırmış. Bu taşların pek azı günümüze ulaşabilmiş. Şimdilerde “askıda ekmek” ve “askıda fatura” gibi uygulamalar mevcut. Eskiden yardımlarda “Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli” anlayışı hâkimdi. Mahallede esnafın veresiye defteri ödenir, ne ödeyen kimin borcunu ödediğini bilir, ne de borcu kapanan kimin ödediğini bilirmiş. Günümüzde az da olsa yaşanıyor hâlâ…
Biz hep yemeğini paylaşan bir millet olduk…
Ne zaman olursa olsun sofraya hep birileri davetlidir. Az da olsa paylaşırız, ısrar ederiz. Bizde yemek paylaşılmalıdır. Komşuda pişiyorsa, kapı çalınır; az da olsa ikram edilir. İkram edilen de geri çevrilmez, hoş değildir yemeği geri çevirmek. Tok da olsak bir parça alırız.
Ramazan ayı, küslerin barıştığı ay olarak da bilinir…
En sinirli ülkeler arasında adımız geçse de (hâlbuki pamuk gibi insanlarız), Ramazan ayında kavga edilmez, küslükler sürdürülmez…
Yardım ayı, hoşgörü ayı, sevgi ayı, tahammül ayı…
Ramazan ayı güzellikleriyle, gelenekleriyle geliyor. Ramazan ayını uğurlarken de getirdiği hoşgörüyü ve sabrı yanımızdan ayırmayalım. Belki bir gün, en sevgi dolu ülkeler arasına girebiliriz…